Sürüngen Beyin ve Ego
Evet, tüm hayvanlar gibi bizim de, bizi başımıza gelebilecek tüm tehlikelerden korumaya çalışan bir sürüngen beynimiz var.. Bu beynimizin en eski zamanlardan beri var olan kısmı. İlk başta ihtiyacımız olan yaşam mücadelesi için gerekli olan uyarıları bize sağlayan bu beynin çalışma mantığı şuydu:
Doğduğu andan itibaren yaşadığı tehlike anlarını kaydedip, daha sonra bu tehlike anlarına karşı savunma mekanizması yaratmak. Mesela daha önce bir aslan tarafından yenilen bir geyiği gören, ya da aslan görünce herkesin kaçtığını göre bir geyik, aslanın sesini duyduğunda, kokusunu hissettiğinde, (ya da her ne duyusuyla onu tetkik ediyorsa) hemen kaçmaya başlar. Ya da bir bukalemun aynı şekilde tehdit altında hissedince renk değiştirir, bazı hayvanlar ölü taklidi yapar etc… Hayvanlarda bu mekanizmayı sağlayan sürüngen beyindir. Çok doğrudan neden sonuç ilişkisi kurar beynin bu kısmı. Çünkü amaç tehlike anında beyinde dolambaçlı yollardan geçmeden en hızlı şekilde doğru davranışı uygulatıp hayatını kurtarmaktır. Muhakemeye yer yoktur, kaybedilecek zaman olmadığından. Hayvanlarda kendileri yaşamadıkları korkuların tepkisi de doğaları gereği, içgüdüsel olarak programlıdır. Bu da bu sürüngen beynin genetik olarak bilgi aktarabilmesi anlamına mı geliyor, yoksa bizim anladığımızdan çok daha farklı bir biliş şekilleri mi var, ben o kadarını bilmiyorum.
İnsanlara gelince, bir çocuk doğduğu andan itibaren kendisinde stres kaynağı olan durumlarda o durum karşısında bir neden sonuç ilişkisi kurar ve o duruma karşı koruma amaçlı davranışlar geliştirirler. ‘Ağladığımda hemen yanıma geliyorlar, ağlayarak her şeyi elde edebilirim!’ dediği gibi, ağladığında yanına gelinmediğinde ‘benim istediklerim olmaz’ duygusunu da geliştirebilirler.
Annesinin babası tarafından kötü muamele gördüğünü gören çocuk ‘kendimi korumak için güçlü olmalıyım’ ‘kadın olmak işkence’, ‘erkekler iğrenç’, ‘erkek olmak güçlü olmak demek’, ‘erkek dediğin sert olmalı’, ‘kendini ezdirtmeyeceksin hayatta’.. vb gibi bir dolu farklı düşünceler üretebilir. İşte tüm bunlar bizi yaşama karşı donanımlı kılmak adına sevgili sürüngen beynimizin bizim için hazırladığı silahlardır.
İşte bu yüzden iyi davranmamız gerekiyor sevgili egomuza. Çünkü hepi topu tüm istediği bize daha aydınlık, tehlikesiz yarınlara hazırlamaktır.
Şimdi tekrar alın egonuzu yanınıza. Bir bakın bakalım nasıl biri sizin egonuz?
Benimkiyle şimdi parkta oturuyoruz. Eline elma şekeri verdim. Ayaklarını sallaya sallaya yalıyor elma şekerini. Ne kadar saf görünüyor. 3 yaşında tam. Her gördüğü şeyi basitçe algılıyor. Dolambaç yok. Aa, kuş diyor. Kuşlar uçar diyor. Salyangoz uçmaz diyor. Kanatları olmadığı için uçmaz diyor. Uçakların ağzı olmaz diyor. Elma şekerini çok severim diyor.
Karşıda çocuğuna bağıran adam gördü mü ‘ Babası kızgın’ diyor. Babasının kocaman gözleri var diyor. Korktum diyor.
Komiklik yapan birine sarılmak istiyor. İçinden çıkan sevgiyi dokunarak paylaşmak istiyor.
Ağlayan birisi gördü mü kaygılanıyor.
Böyle bakınca ne kadar da saf değil mi? Ben sıcacık hissediyorum ona karşı şimdi. Daha anlayışlıyım hatalarına karşı. O sadece çocuk diyorum. Bazı şeyleri tam algılayamıyor. Şakayı anlamıyor mesela: Hemen bozuluyor. Haliyle yanlış anlaşmalar oluyor bazen. Beni bu yanlış anlaşmalar üzerine yönlendirmeye çalışmaya çalışan bir çocuk görüyorum, elimden tutmuş beni çekiştiriyor.
Şimdi ona hak ettiği saygı ve sevgiyle iyice sarılıp, yetişkin gözüyle iletişime geçiyorum egomla. Onu dinleyerek, ama kendi akıl süzgecimden, sağduyu süzgecimden geçirerek onunla beraber yürümeyi öğrenmem gerekiyor. Ne kendimi şuursuzca ona teslim ederek, ne de her söylediğini küçümseyip, ona bağıra çağıra yanıldığını söyleyerek…
Birlikte yaşamayı öğrendiğimizde işte gerçek yaşam başlıyor.