I SEE YOU
Gerçek Alış-Veriş
Birçoğumuz sanıyoruz ki, bir konuyla ilgili elimizden geleni yapınca, çabalayınca, çok çalışınca o iş yürür. Biz bu zihin kayıtlarıyla büyüdük ve haliyle de çok çalışkan, tuttuğunu koparan insanlar olduk. Ancak zaman içinde anladık ki, her şeyi yapmamıza rağmen bazen kafesindeki çarkta dönen bir hamster gibi aynı noktada sayıklayıp duruyoruz, istediklerimiz olmuyor.
Artık, farkındalıklar arttıkça birçoğumuz yürümeyen konuların o konuyla ilgili zihin kayıtlarından ve geliştirdiğimiz korkulardan olduğunu biliyoruz. Ancak gelin görün ki, oraları da çalışıp, kendine deli gibi emek verip, yine de hayattan asıl beklentilerimizin olmadığını görebiliyoruz.
Bu noktada bir de niyetin saf olup olmadığını kontrol etmek gerektiğini de öğrendik. Yani acaba niyetim egosal bir tatmin için mi, yoksa gerçekten art niyetsiz, sadece kendini gerçekleştirebilmek adına mı?
Ben bir süredir bir konuyla ilgili bu etapta mehter marşı gibi iki ileri bir geri sayıklayıp dururken artık bunu anlamanın zamanı geldi deyip bir çalışma yaptığımda, ‘Neden ilerleyemiyorum, neden tıkandım’ diye sorduğumda, karın kaslarımın kasılmış olduğunu fark ettim. Tüm bağırsak hücrelerim ‘İKAZ’ lambaları yanık şekilde dikilmiş, beni bir şeylerden koruyor. Evet, korkuların amacı bizi korumaktır ve bu bölgede hissedilirler. Ancak, bu gerginlik de benim evrenle olan asıl iletişim noktamı tamamen kapatmış meğer.
Fransızcada bir deyim vardır bir şeyleri ‘bağırsaklarınla yapmak’. ‘Severek, hissederek, kalbiyle, ruhuyla..’ yapmak anlamına gelir. Şarkı söylerken hissederiz bunu bazen. Çalışmada karın bölgesini bizim evrenle kalpten kalbe dediğimiz iletişimin gerçek bölgesi olarak hissettim. Sanki gerçekten ruhumuzla yaparsak bir şeyi, karnımızdan oluk olup çıkıyor bizden bir enerji. Ama işte eğer bu bölge kapalıysa da dışarı bir şey akmıyor. Benden dışarı akmazsa, ben de haliyle evrenden hiçbir şey almaz oluyorum.
Kapatmamın başka bir nedeni daha varmış. Samimiyetsizlik. Samimi olursam içimi okur insanlar diye korkuyormuşum. Bazı defolarını kapatmak isteyen tarafım bu, kendimi satmak isteyen. Sürekli reklam ajansı şeklinde dolaşması gerektiğini sanan…
Bu nedenle karın bölgemden alışverişi durdurmuşum. Tabi bu halimle de imkansız evrenle gerçek iletişime geçmem. Gerçek sirkülasyon karındanmış meğer.
Bunu anlayınca serbest bırakmaya niyet ettim karnımı. İçimde ne varsa cömertçe sunmayı kabul ediyorum. Varsın görünsün zayıflıklarım, defolarım. Şu samimiyet var ya, onun yaydığı ferah oksijenin yerini hiçbir şey tutmuyormuş meğer.
Kendime bir bir saydım samimiyetsiz olduğum yerleri, hepsini bırakmaya niyet ettim. Bir süre kendi ikiyüzlülüğümle yüzleştikten sonra rahatladım.
Ve aslında ne olduysa ondan sonra oldu. Hayat kolaylaşmaya, su gibi akmaya, önüm açılmaya başladı. İşim kolay ilerlemeye, Herşeyden önce kendime dürüst olmanın ferhalığı kapladı içimi ki, bunu hiçbir şeye değişmem.
Başka deyişle, kendimizi ve etrafımızı %100 kabul etmeden, sevmeden, şefkat göstermeden, olduğun gibi bağırsaklarınla yaşamadan tam olarak istediğin şeylerle kavuşman zor. Kavuşursun ama başka borçlara girerek. Para gelir ama sizden nefesinizi götürerek. Benim burada bahsettiğim, borç altına girmeden, özgürce tamamen kendiniz olarak, kendi seçimlerinizi yaparak, en sevdiğiniz şeyleri yaparak yaşarken kavuşmak…
Şimdi hepimiz kendimize soralım:
Ben ne kadar karnımla nefes alıyorum?
Karnımı kasarak neleri tutmaya çalışıyorum?
Bendekini ne kadar cömertçe sunuyorum?
Evrenle gerçek iletişimimi nasıl sağlayabilirim?
Kendimi ve çevremi ne kadar yargılıyorum?
Bunların cevaplarıyla birlikte karın bölgenizdeki gerginliğin azaldığını hissedeceksiniz? Tam cevabı alana kadar gerginlik artabilir. Normal. Son can çekişmelerini yaşar. Ama ondan sonra gerçek özgürlüğümüz başlayacak.
Şimdi kendi karnınızdan, karşınızda imgelediğiniz kendinizin karnına cömertçe kendinizi açın ve Avatar filmindeki gibi ‘I SEE YOU’ deyin kendinize. Gerçek sevgiyi, kabulü tüm hücrelerinizde hissedeceksiniz. İşte şimdi kendinize merhaba diyebilirsiniz. Şimdi gerçek doğumunuz başladı.
Hayata Merhaba…